28 Ağustos 2006

Takım Olmak

Bu takım olma işi kafamı çok kurcalıyor. İnsanların bir araya geldiklerinde ve uyumlu çalışarak sinerji (görevdaşlık. kaynak Türk Dil Kurumu) yarattıklarında yapabileceklerinin gerçekten sınırı yok. Bunu birkaç kere üniversitede takım sporu yaparken ve takımı oyun kurucu olarak yönlendirirken hissetmiştim. Kesinlikle farklı bir duygu. Ancak bunu daha önce yaşamışsanız anlayabilirsiniz. Bütün takım sanki (beylik bir söz ama) tek bir vücut gibi çalışır. Kimse tek tek düşünemez. Grup kendi çoğul düşüncesini oluşturur ve tek bir hedefe odaklanır. Siz adımınızı atarken on metre ilerinizdeki veya arkanızdaki takım arkadaşınızın ayağını nereye attığını hissederdiniz; düşünmezsiniz; hatta düşünemezsiniz sadece hissedersiniz.

Dünya kupasında da (daha önce yazdığım gibi) beni en çok etkileyen takım oyunları oldu. Zaten takım oyunu oynayanlar başarılı oldular.

Cumartesi günü takım olmanın başka bir mucizesine tanık oldum. Spor yapmaya gitmiştim. Spor salonunda büyük televizyonlar ve kulaklıklar sayesinde müzik veya televizyonun sesini dinleyebiliyorsunuz. 12 dev adamın Slovenya maçının o saatte olduğundan haberim yoktu. Spor yaparken maç öncesi yorumları dinledim. Maçın ilk yarısını kanter içinde ve heyecanla seyrettim(k). Maç öncesi istiklal marşı okunurken oyuncularımızın yüz ifadelerinde inanmışlık vardı. (Futbol takımının İsviçre maçındaki kadar değil di:)) Tüylerim diken diken oldu. Zaten çabuk duygulanırım böyle zamanlarda.

Birçok oyuncunun sakat sakat çıktığı maçta inanılmaz bir performans gösterdiler. Kendilerinden üstün olan Slovenya'yı resmen savaşarak yendiler. Oyuncuların arasında "takım olma" elektriğini hissettim. Maçın sonralarına doğru yedek bankında oturan herkes ayaktaydı ve kollarını birbirlerinin omuzlarına atmışlardı. Herkes derken malzemecisinden yıldız oyuncusuna, masöründen takım direktörüne kadar herkesi kasdediyorum. Milli takım için orada bulunan herkes tek bir vücut olmuştu sanki. Sonunda bu ruh bize dünyanın ilk sekiz basketbol takımından biri olma şansını verdi.

Takım ruhunu analiz etmek açısından faydalı bir maçtı. Sanırım Arjantin maçında bu ruhun sınırının nerede olduğunu öğreneceğiz. Mevcut ve sınırlı kapasite takım olma faktörüyle birleşse bile Arjantin karşısında yeterli olmayacaktır. Umarım bu maçtan sonra yanılmış olurum.

Devamını okumak için...

25 Ağustos 2006

Oğlumla beraber

Bir haftadır (hadi doğru söyliyeyim 5 gecedir) oğlumla beraberiz. Annemiz iş sehayati için pazar gecesinden beri yurtdışında. Biz de oğlumla beraber takılıyoruz.
Çocukların anne ve babaları ile beraber olduklarında şımardıkları kesin. Sadece anne veya sadece baba ile beraber olunca daha uyumlu oluyorlar. Sanırım bu biraz da anne ve babanın birbirlerine göre (istemeselerde) tutarsız davranışlarından kaynaklanıyor.

Bu bir hafta oldukça keyiflli zaman geçirdik.
Sinemaya "Garfield"ı seyretmeye gittik. Yorumlarımızı birbirimize fısıldadık. Mısırımızı ve suyumuzu paylaştık. Sinema sonrası hamburger yiyip filmin oyuncaklarından aldık.
Caddebostan sahilde çocuk parkında oynadık. Parkurda yürüdük, koştuk. Beraber sırayla minigolf oynadık.
Spora gittik. Çıkışta satranç oynadık. Arabayla dolaştık. Şarkılar söyledik.
İbeking ve S. ye misafirliğe gittik.
Evde oyunlar oynadık.
Trafik işaretlerini öğrenmeye çalıştık.
Haftanın günlerini tekrar ettik.
Son güne kadar annemizi pek aramadık. Son gece "Bi gün kaldı di mi, annemin gelmesine" dedi. Gitmeden önce ne kadar kalacağını, nereye gideceğini, ne zaman geleceğini anlatmıştık. Can'a önceden bunları anlatınca kendisini hazırlayabiliyor. O zaman da hiç sorun çıkarmadan uyumlu davranabiliyor.
Her ne kadar annemizden ayrı olduğumuz için üzülsek de oğlumla daha fazla yakınlaştığım için seviniyorum. Gece uyandığında "baba" diye sesleniyor. (Gerçi ben galiba çoğunu duymuyorum. Burcu'ya söylemeyin; sonra güvenip bana bırakmaz.:) )
Bu akşam annemiz geliyor. Sevinçliyiz. Can'la karşılamaya gideceğimizi konuştuk. Bakalım belki bi sürprizimiz de olur.

Devamını okumak için...

24 Ağustos 2006

Şapkadan kuş çıkmadı

Geçen hafta sonu Fenerbahçe Rizespor ile oynadı. Rize maça çıkarken "Fenerbahçe'ye Kiev karşısında başarılar dileriz" yazılı bir pankart ile çıktı ve tüm tribünlerden alkış aldı. Hatta benim daha önce şahit olmadığım bir şekilde fenerbahçe seyircisi tarafından tribünlere çağırıldılar. Kolay Rize maçında verilen pozisyonlar dün akşamki maç için hiç de olumlu sinyaller vermiyordu. "Bu pozisyonları Kiev yakalarsa bizi duman ederler" diye konuşmuştuk arkadaşlarla.
Nitekim; daha dördüncü dakikada ilk pozisyonlarını yakaladılar ve affetmediler. Maçın başından itibaren 12 numara görevini tam anlamıyla yaptı. Tribün şovu görülmeye değerdi. Ama sadece dört dakika sürdü. (Zaten iki maçta toplam şampiyonlar ligi heyecanımız dört dakika otuz saniye sürdü.) Sonra maçın kalanı ahlarla vahlarla geçti. Önceki senelerden hatırladığımız kendi futbolcusunu suçlama ve hatta ona küfür etme, umutsuzluk, yönetimi suçlama, alternatif takım kadroları kurmakla geçti zaman.
Bir radyo programında "hattrick"in kelime anlamı olarak "şapka numarası" olduğunu ve bir maçta üç gol birden atan futbolcunun neredeyse sihir gibi birşey yaparak şapkadan kuş çıkarttığını söylemişlerdi. (Gerçi wikipedia'nın ilgili kısmı farklı anlatıyor ama olsun.) Fenerbahçe'ye ilk maçtan sonra gereken bir "hattrick" idi. Olmadı. Şapkadan kuş çıkmadı.
"Kuş taşa denk gelir mi?" dedik ama herhalde şansımızı avrupada yanımızda götüremiyoruz.
Şapka demişken; dün akşam muhteşem gol atan, maç boyunca inanılmaz mücadele eden, maçın son yarım saatini sakat sakat oynayan ve ayrıca maç sonunda kendisine korner köşesinden koşup gelen çocuğa ilgi ve sevgi ile yaklaşıp o moralle terslemeden formasını hediye eden "Stephan Appiah"a şapka çıkartıyorum. Dün akşam Şampiyonlar ligi kalitesinde oynayan tek kişi oydu.

Devamını okumak için...

22 Ağustos 2006

Annemin Ameliyatı

Geçen hafta çarşamba günü annem ameliyat oldu.

Dirseğinde sinir sıkışması varmış. Tıp dilinde "ulnar sinir sıkışması" veya "Cubital Tunnel Syndrome" deniyor. Hani dirseğinizi bir yere vurursunuz da elektrik çarpmış gibi olur ya, o sinir işte. Dirseğini uzun süre kullananlarda, örneğin dirseğini masaya dayayarak telefonla çok uzun ve sık konuşanlarda olabilirmiş.

Doktor sinirin dirseğin içerisindeki oluk gibi yerden (elinizle kontrol ederseniz belli oluyor) kolun iç kısmına alacağını söylemişti. Bu operasyona da "anterior submuscular transpozisyon" deniyormuş. Ameliyat yaklaşık bir saat sürdü. Sanırım narkozun etkisi tamamen geçmeden odasına getirdiler. Başlangıçta ağrısı oldu ama benim tahmin ettiğimden daha çabuk ağrıları azaldı.


Odaya ilk getirdiklerinde benim içim çok kötü oldu. Nedenini anlamadığım bir şekilde midem bulandı ve sık sık odadan çıkmak zorunda kaldım. Annemi o halde görmek mi, yoksa narkoz kokusu mu bilemiyorum.

Şimdi, bir hafta sonra, herşey yolunda görünüyor. (En azından telefonda bana öyle söylüyorlar.) Yavaş yavaş normal hareketlerini yapmaya başlıyor. Umarım kısa zamanda eskisinden daha iyi olur. (Ameliyat sonrası tedavi burada)


Biraz da gereksiz bilgi:

Elimize üç tane sinir gidiyormuş: Ulnar, median ve radial. (Ulnar sadece küçük parmağa ve yüzük parmağına, median ve radial baş, işaret ve orta parmağa. Sanırım bu yüzden bu parmaklar daha hassas.)

Cubit latincede kolun alt kısmı anlamına gelen "cubitus" dan geliyor ve uzun yıllar bir ölçü birimi olarak kullanılmış. 45 cm veya 18 inç.

Daha gereksiz bilgiler:

Bileğiniz ile dirseğiniz arasındaki mesafe tam olarak ayak ölçünüzde. Buradan. (denemesi komik oluyor.)

Dilini dirseğine değdirebilen pek az kişi varmış. (Bunu denemesi daha komik.)



Devamını okumak için...

17 Ağustos 2006

Yavaş

Hayatı hızlı yaşayarak içini daha fazla doldurmaya çalışıyorum.

Hızlı yaşadıkça zaman daha çabuk geçiyor. Hayatın içine doldurmaya çalıştıklarımdan da tat alamadan zamanın hızla geçtiğini görüyorum.

Hızla giden bir trende gider gibiyim. Dışarıdaki manzarayı izlemeye çalışıyorum. Gördüğüm ise sadece bu.



Bazen trenden inmek ve bana el sallayan çocuklarla konuşmak istiyorum; onlarla beraber çimlere yatıp bulutları bişiilere benzetmek.

En çok da onlu yaşlarımdaki yaz öğleden sonralarını özlüyorum. Dışarısı sıcaktan kavrulurken kalın pardeler ardında serin serin evde yapacak birşey olmamasından sıkılmak istiyorum.

Güzel bir yemeği yerken lezzeti uzun sürsün diye yavaş yavaş yemek istiyorum. Lezzet çok olsun diye bol bol yemek değil.

Acele etmemek; zorunda kalmamak, tadını çıkarmak istiyorum.

Sahi; siz en son ne zaman bulutlara bakarak bişiilere benzetmeye çalıştınız?
Devamını okumak için...

15 Ağustos 2006

Acele

Acele edince çabuk ölüyor insan.
Devamını okumak için...

13 Ağustos 2006

Bodrum

"Nasıl anlatsam? Nerden başlasam? Bodrum, bodrum"

Can'ı babaannesine ve Günseli'ye bıraktıktan sonra modaya uyup biz de Bodrum'a gidelim dedik. Asıl planda yurtdışı vardı ama kurlar tatil planı sıralarında uçunca rotamızı Bodrum'a çevirdik.

Daha fazla etrafta gezmek istediğimiz için küçük ama şirin bir butik otel aradık. İnternet ve "Küçük oteller Rehberi" sayesinde Su Otel'i bulduk.

Bodrum'um merkezinde sahilden ve otogardan beş dakika yürüme mesafesinde dar bir sokak içinde Su Otel.
İkişer odalı dört adet şirin Bodrum evinden oluşuyor. Ortada da küçük bir havuz var. Havuzun bir ucunda bar diğer ucunda da kahvaltı ederken bu fotoğrafı çektiğim üç tane masa var.
Tüm çalışanlar güler yüzlü ve yardımsever. Odaların içleri de sevimli renklerle döşenmiş. Otelle ilgili daha detaylı bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Arabasız olduğumuzdan her yere dolmuşlarla ulaştık. Deniz için ilk durak Türkbükü idi. Ben beğenmedim. Yanyana dizilmiş on kadar iskele üzerinde balık istifi güneşlenmek pek bana göre değilmiş. Bodrum'un heryerinde olduğu gibi deniz çok temiz ve biraz da soğuktu.
Akşam yemeği için Gümüşlük'teki Mimoza Balık restaurantı (restoranı) kesinlikle tavsiye ederim. Saatlerinizi ayarlayıp güneşin batışını burada izlemeye çalışın. İnanılmaz sakin bir koyda, denize sıfır ve yanında başka hiçbir tesis yok. Sanki köşenin arkasına saklanmış gibi. Dekorasyondaki titizlik tüm detaylarda kendini gösteriyor. Her ince ayrıntı düşünülmüş fakat hiç abartılmamış. Servis kusursuz. Ege insanının sıcaklığı hemen hissediliyor. Mezeler lezzetli idi. Balık olarak levrek buğulama yedik. Ben başka bir seçim yapın derim. Önceden rezervasyon şart. Yoksa deniz kenarında masa bulmak zor olabiliyor.
Plajklübü (Beach-club) olarak Yalıkavak'taki Xuma Beach hoşuma gitti. Arabasızsanız Yalıkavak merkezden taksi ile ulaşmak mümkün oluyor. Küçük bir koyu kapatmışlar. Civarında başka tesis yok. Giriş ücreti karşılığında içerde yiyecek içecek alışverişi yapabiliyorsunuz. Ufak, taşlık bir plajı var ama denize girmek için iskeleyi tavsiye ederim. Haftaiçi gitmemiz nedeniyle etrafta fazla insan da yoktu. Çimlerin üzerinde gölgede minderlere yayıldık. Tesisin için de basketbol potası, fittness salonu ve masaj imkanı var. Gider gitmez gençlerle beraber tek pota oynadık. Yemekler güzel. Self-servis olmasaydı daha iyi olabilirdi ama haftasonları çok dolu olduklarını söylediler; kalabalıkta servis yapmak zor olabilir. Restoran ve bar kısmı rahat döşenmiş. Tuvaletin üzerindeki hasırlar içeride hoş bir ışık yaratmış. "Birgün açık havada evim olursa bir yerini böyle yapayım" dedim kendime.
Denize girmek için diğer bir alternatif de günübirlik yapılan turlar. Doğu ve Batı olmak üzere iki farklı tur rotası var. Kooperatif bağlantıları olduğu için uygun fiyatlı ve beklentiye bağlı olarak düşük de olsa bir standardı var. Gidilen koylar ve deniz heryerde mükemmel. Turlara öğle yemeği dahil ama beklentinizi büyük tutmamak gerekir. Sabah 10-11 gibi çıkılıp 18-19 gibi dönülüyor. Her iki rotayı da en az bir kere görmek gerek.
Yandaki fotoğraf deniz konusunda bir fikir verebilir.
Bodrum kalesini dışarıdan herzaman Bodrum'u süsleyen güzel bir siluet ve konser mekanı olarak algılamıştım. İçerisindeki sualtı arkeoloji müzesi beni inanılmaz şaşırttı. Beklemediğim kadar profesyonelce hazırlanmıştı. Müze'ye giriş parasının dışında içeride de iki özel salon için ayrıca ödeme yapmanız gerekiyor. Ama inanın değiyor. Objelerin sunuş şekilleri ve bilgilendirme panoları başarılı. Ayrıca kalenin manzarası da çok güzel. Zindan'a oldukça fazla merdivenle iniliyor. Son zamanlarda tartışılan ""(tanrının olmadığı yer) yazısı dışında ilginç değil. yazıyı görmek istemiyorsanız inmeye değmez. Müze için ayırdığımız iki saatte tamamını gezemeden çıktık. Siz daha fazla zaman ayırın.
Bodrum'a giderken hayalimiz gece ünlü birilerini falan dinlemekti. Popüler olanlar genelde hafta sonlarına doğru sahneye çıkıyorlar. Hafta başında bu tarz bir eğlence ancak tesadüfle olabilir. Niyetiniz buysa dikket etmek gerekir.
Bodrum'un diğer tatil yörelerinden en farklı tarafı ise herhalde havası. Rutubetin az olması sıcaklığı hissetmemenizi sağlıyor.
Tüm betonlaşmaya ve istanbullaşmaya rağmen yine de gidilir.

Devamını okumak için...

10 Ağustos 2006

Fenerbahçe Maçları

Önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da Şükrü Saraçoğlu'undan kombinemizi aldım. Bu yıl Maraton Üst tribünden Fenerium Üst'e geçtim ve iki tane kombine aldım. Gidebileceğimiz tüm maçlara Burcu ve Can ile beraber gitmeye çalışacağız. Ayrıca beraber gitmek istediğim kişiler için de bir yerim olacak. Paramız olur da bu yeri Can büyüyünceye kadar alabilirsem baba oğul fenerbahçe'nin tüm maçlarına beraber gitmek isterim.

İlk maçımız Kayseri Erciyes'e karşıydı. Aslında can'la ilgilenmekten maça pek konsantre olamadım. Önümüzdekiler oturmayı pek sevmediklerinden maçın büyük bir kısmını ayakta izledik.

Her yerde görüp okuyacaklarnızı yazmak istemiyorum. Görebildiğim Fenerbahçe'nin geçen yıllara göre daha istekli oluşu idi. Zico savunma dörtlüsü ve önlibero dışındaki herkesi serbest oynatıyor gibi geldi. Takımın saha içindeki lideri Alex olmuş nihayet. Appiah oyundan atılınca Zico onu yanına çağırdı ve saha içi organizasyonundaki değişiklikleri anlattı. O da takımın sahadaki dizilişini düzenledi. Ayrıca Tümer ve Alex'in mükemmel paslaşmaları sonucunda attıkları golden sonra birbirlerine sarılarak kolkola taraftara koşması beni sevindirdi.

İkinci maç Dinamo Kiev. Aslında televizyondan seyrettiğim maçlarla ilgili yorum yapmayacağım. Çünkü bence futbolun büyük bir bölümü televizyonun gösterdiğinin dışında oynanıyor. Ama konsantrasyon eksikliğinden yenilen ilk saniye golü Fenerbahçe'nin antrenör olarak kim gelirse gelsin, oyuncu olarak kim oynarsa oynasın avrupa kupalarında hiçbir zaman şansının olmayacağını gösteriyor. Yanılmayı çok ama çok isterim ama şampiyonlar ligini sadece televizyondan izleyebileceğiz galiba.

Bir gözlem daha. Ben de dahil Fenerbahçe taraftarı, taraftar olma işini ve Fenerbahçe sevgisini Fenerbahçe'nin kendisinden daha fazla seviyor. Bu konuda bir yazı kaldırır herhalde.

Devamını okumak için...

9 Ağustos 2006

Yeni Yüz

Güncemin şablonunu değiştirdim. Bağlantılar bölümüne de yenilerini ekledim. Diğer kişisel güncelere kalıcı bağlantı vermeden önce site sahibini haberdar etmek ve hatta izin almak gerektiğini düşünüyorum. Ulaşabildiklerime buradan bağlantı vermeye çalışacağım.

Bakalım güncemin bu yeni yüzü onu daha kolay okunur kılacak mı?
Devamını okumak için...

7 Ağustos 2006

Tatil Dönüşü

Uzun süredir iple çektiğim tatil sona ermek üzere. İlk defa tatil bana da uzun geldi. Artık bitsede işe başlasak dedim. Üç hafta izin gerçekten iyi kan yapıyormuş. Bütün yılın yorgunluğundan ve stresinden sonra çok iyi geldi. Özellikle izne hafta içinde başlamak ve hafta içinde tekrar dönmek rahatlatıcı oluyor. İlk haftadaki iş günlerinde tatile zihin olarak hazırlanılıyor ve işler toparlanıp devrediliyor. Tatilden sonraki iki-üç günde de ancak intibak sağlanıyor. Pazartesi sendromu olmuyor. Tam çalışma temposuna girerken tekrar haftasonu geliyor. İmkanı olan herkese tavsiye ederim.

Tatil süresince blog sayfamızda tatile girdi. Tatil öncesi son yazıyı 21 Temmuz'da yazmışım. Arada ufak bir hatırlatma yazısı 29 temmuz tarihli. Bugün itibariyle günlük olarak yazmaya devam edeceğim.

Tatil boyunca konularda birikti. İlginç birşey görünce yada aklıma gelince bunu blog'a yazayım diyorum. Her ne kadar Karalama Defteri'nden Zoti bana bir Moleskine hediye ettiyse ve ben bu defteri tatilde yanımda götürdüysem de hiç bir not almadım. Götürdüğüm gibi getirdim. Nasıl olsa hatırlarım dedim. Şimdi yazmaya oturunca "neydi yav?" diyorum kendi kendime. "Bi daha ki sefer kesin not alıcam" desem de kendim de inanamıyorum.

Tatilin ilk kısmını daha önce yazmıştım. Can ve Burcu ile beraber Antalya'da Club Voyage Sorgun Select'e gitmiştik. Burada altı gece geçirdik. Sonra istanbul'a döndük. İş için yaptığım uçuşlar sağolsun; tüm tatildeki uçakbiletlerini Miles&Miles'da birikmiş millerle aldık. Erken rezervasyon sayesinde indirimli tarifeden alabildik biletleri. İstanbul'da bir gece kalıp arabayla Ankara'ya gittik. Bu yolculuk ve Ankarada kullanım için Can'a araba koltuğu almıştık. Yol boyunca hiç uyanmadı. Biz de mola vermeden gittik. Arabanın dikkatli gidildiğinde nekadar tasarruflu olduğunu ölçmek için sürekli 130 km/s ile gittik. 100 km'de ortalama 5.2 lt. dizel yaktı. yaklaşık 20 lt. yakıt ile Ankara'ya ulaştık. Çıkarken depoyu tamamen doldurmuştum. Ankaya vardığımızda sadece bir çeyrek eksilmişti.

Ankara'da iki gece kaldık ve pazartesi sabah 07:30 uçağı ile direkt Bodrum'a geçtik. Orada üç gece kaldık ve İstanbul aktarmalı olarak perşembe gece yarısı Ankara'ya vardık. Cuma günü akşam üstü arabayla tekrar istanbul'a doğru yola çıktık. Ekonomi yapmadan 3 saat 15 dakikada istanbul'a geldik. 100 km de ortalama 6,8 lt. yakmışız. Akşam eve geldiğimizde kapıda can'ın yorumu tatili özetledi: " İstanbul bitince nereye gitcez?" :))

Tatilde gezdiğim yerleri ayrıca anlatacağım. Özellikle Bodrum'da gittiğim birkaç yeri tavsiye etmek isterim. Ayrıca bu tatilde üç kitap bitirebildim. Bir tanesininde yarısındayım. Bunlarla ilgili yorumlarımı da paylaşmayı planlıyorum.

Cumartesi günü Ayşe Teyzemizin Neşe'si (ve can'ın sevgilisi) evlendi. Nikaha beraber gittik. Can Neşe'yi gelinlikle görünce yaklaşık 15 dakika hiç konuşmadı. Önceden "ben senin evlenmeni istemiyorum" diyordu. :)

Cumartesi akşam ise Fenerbahçe maçına gittik ailecek. Ayrıca yorumlayacağım.

Pazar günü maaile (Zoti, Shemsa, Ali, Mesut, biz) Kilyos'a Burç Beach'e gittik. Sonrasında da trafiğin azalmasını beklerken kendin pişir yaptık. Yine hepimiz doyduk ve mangalda pişmiş etler kaldı. Eskiden olsa hiç affetmezdim. Ama zaten tatilde diyetimizi bozmuş olmamızın ve verilen 4 kilonun geri alınmasının veridiği bir sıkıntı var. Bir de üzerine mangaldakileri koymayalım dedik.

Tatil bu kadar. Çalışma için enerji toplanmış durumda. Bir de nerede çalışıyordum; onu hatırlasam :).
Devamını okumak için...