Takım Olmak
Bu takım olma işi kafamı çok kurcalıyor. İnsanların bir araya geldiklerinde ve uyumlu çalışarak sinerji (görevdaşlık. kaynak Türk Dil Kurumu) yarattıklarında yapabileceklerinin gerçekten sınırı yok. Bunu birkaç kere üniversitede takım sporu yaparken ve takımı oyun kurucu olarak yönlendirirken hissetmiştim. Kesinlikle farklı bir duygu. Ancak bunu daha önce yaşamışsanız anlayabilirsiniz. Bütün takım sanki (beylik bir söz ama) tek bir vücut gibi çalışır. Kimse tek tek düşünemez. Grup kendi çoğul düşüncesini oluşturur ve tek bir hedefe odaklanır. Siz adımınızı atarken on metre ilerinizdeki veya arkanızdaki takım arkadaşınızın ayağını nereye attığını hissederdiniz; düşünmezsiniz; hatta düşünemezsiniz sadece hissedersiniz.
Dünya kupasında da (daha önce yazdığım gibi) beni en çok etkileyen takım oyunları oldu. Zaten takım oyunu oynayanlar başarılı oldular.

Birçok oyuncunun sakat sakat çıktığı maçta inanılmaz bir performans gösterdiler. Kendilerinden üstün olan Slovenya'yı resmen savaşarak yendiler. Oyuncuların arasında "takım olma" elektriğini hissettim. Maçın sonralarına doğru yedek bankında oturan herkes ayaktaydı ve kollarını birbirlerinin omuzlarına atmışlardı. Herkes derken malzemecisinden yıldız oyuncusuna, masöründen takım direktörüne kadar herkesi kasdediyorum. Milli takım için orada bulunan herkes tek bir vücut olmuştu sanki. Sonunda bu ruh bize dünyanın ilk sekiz basketbol takımından biri olma şansını verdi.
Takım ruhunu analiz etmek açısından faydalı bir maçtı. Sanırım Arjantin maçında bu ruhun sınırının nerede olduğunu öğreneceğiz. Mevcut ve sınırlı kapasite takım olma faktörüyle birleşse bile Arjantin karşısında yeterli olmayacaktır. Umarım bu maçtan sonra yanılmış olurum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder