29 Temmuz 2006

Tatil 2

Yazmadığım geçen hafta boyunca Antalya'da idim. Club Voyage Sorgun Select. Güzel bir yerdi. Anlatırım sonra. Şimdi (bunu yazdıktan sonra) Ankara'ya yola çıkıcaz. Can'ı orada bırakıp Bodrum'a üç günlüğüne kaçıcaz. Sonra tekrar Ankara ve ardından İstanbul. Tatil bitince yazmaya devam ederim.

Bu arada yeni kardeşlerim olmuş. Blogkardeşlerim. Hepsine merhaba derim.
Devamını okumak için...

21 Temmuz 2006

Havuz

Dün gideceğimi söylediğim havuzu (yoğun istek üzerine!) sizinle de paylaşayım dedim. Fenerbahçe Spor Klübü Faruk Ilgaz Tesisleri. Fenerbahçe'nin artık eski (yenisi stadın yanına yapıldı) yönetim binasının yanında Fenerbahçe burnunda yer alıyor. Sarı-Lacivert'e alerjisi olmayanlar için keyifli bir yer.


Geçen seneydi sanırım. Kalabalık grupla gitmiştik. İki kuzen gassaraylıydı. "Ben bööle tesisin içine ...." diyerek önce tuvaleti görmek istemişlerdi. Haklılar; kendi tesislerinde o bile yok :)


Devamını okumak için...

20 Temmuz 2006

Tatil


Bugün buradan bildiriyorum. Kablosuz iletişim sağolsun. Dizüstü bilgisayarla balkonda bi yandan Ayşe Teyzemizin pişirdiği makarnayı ve ayranı götürüyorum bir yandan da internette neler var neler yok diye bakıyorum. Böyle işgününde evde ne işim var diye merak ederseniz, tatile çıktım. Eyooo, 15 işgünü. 2-3 gün İstanbul'da takılacağım. Spor, havuz falan. Sonra inşallah Antalya. Oradan da bildireceğim. (Artık kim okuyor yada merak ediyorsa?:) ama olsun)

Bu arada sabah yaptığım spor ve iki gündür yaşağıdım sindirim problemi sonrası tartı 86.0 kg gösterdi. Diyetteyim anlayacağınız. Bi ara onu da anlatırım. Şimdi havuza gitmem lazım. Hava süper. Görüşürüz :)
Devamını okumak için...

19 Temmuz 2006

19.07














Dünya Fenerbahçeliler Gününüz Kutlu olsun!
Devamını okumak için...

18 Temmuz 2006

Güncel Olaylar ve Yorumlar

Şu aralar haberlerden aklıma takılanlar ve naçizane yorumlarım;

1) Ösym bugün Öss sınav sonuçlarını açıklayacak.
Yıllardır milyonlarca kişiyi sınavdan geçirerek ve binlerce soru hazırlayarak bence işini en doğru dürüst yapan OYSM'nin bir soruyu iptal etmesi neredeyse sınavın açıklanacak olması kadar haber değeri taşıyor ve öne çıkarılıyor. Ayrıca her sınavdan sonra "şu soru yanlış, bu soruda hata var" diye ortaya çıkıyorlar. Düzgün iş yapan sevilmez bizde.

2) Lübnan iki İsrail askeri nedeniyle bombalanıyor. Filistin bir onbaşı nedeniyle onlarca kayıp veriyor. Bizim Güneydoğu'da şehit olan askerlerimiz (içimiz kan ağlıyor) daha da fazlalaşmaması için sınırötesi operasyon gündeme gelince büyük birader "hooop" diyor. "Onlara izin var size yok." Hangi stratejik ortalık?

3) Taşkesen Paşa telefonları dinlendiği için onuru ile istifa etti. Genelkurmay, Emniyet kendilerinin dinlemediklerini söyledi. Daha sonra Türk Telekom genel müdürü Paul Doany de kendilerinin dinlemediğini söyledi. Benim tuhafıma giden genel müdürün ismi oldu. Siz kime güvenirsiniz? Tekel olan haberleşmeyi özelleştirirseniz nasıl kontrol edersiniz?
Devamını okumak için...

16 Temmuz 2006

Guns n' Roses - 2


Konser öncesinde "Bi tek Axl kalmış. Bişiiye benzemez konser" diyen bi çok insan duydum. Ben '93 konseri ile karşılaştırmadım ve konserden ve GnR'dan da çok ama çok keyif aldım. Axl'ın sesi tamamen aynı ses. Ayrıca 44 yaşına rağmen aynı enerji mevcut ve sahnesi ile bunu seyircilere aktarabiliyor. Slash'in yokluğu gruptan bişiiler alıp götürmüş ama konserde Izzy Stradlin'in katılımı farklı bir tat kattı. Eski şarkılara herkes neredeyse kelimesi kelimesine eşlik etti. Yeni şarkılar da aynı tını var. "Chinese Democracy" alınır ve itinayla dinlenir. (Bi de piyasaya çıksa :) sanırım 4-5 yıldır kayıtlar devam ediyor.)

Normal de böyle bir konserin daha önce duyurulması gerekir diye düşünmüştüm. İşin aslını araştırınca; rolling stones'un gitaristi Keith Richards'a hem geçmiş olsun demek hem de teşekkür etmek gerektiğini öğrendim. Aslında 12 temmuz'da Guns n Roses Almanya Leipzig'de Rolling Stones'un öngrubu olarak sahneye çıkacaklarmış. Ancak Richards Fiji adalarında bir kaza geçirince Rolling Stones'un konseri iptal edilmiş. Bu nedenle de hızlı bir organizasyonla GnR İstanbul'a getirilmiş.

Çalınan parçalar aşağıdaki sıradaydı.

Konserin Setlist'i: Welcome To The Jungle, It's So Easy, Mr. Brownstone, Live And Let Die, Knockin' On Heaven's Door, Robin Gitar Solo, Sweet Child O' Mine, Richard Gitar Solo, Richard And Robin Gitar Düet , Dizzy Piano Solo, The Blues, Ron Gitar Solo (Don't Cry), You Could Be Mine, November Rain, Out Ta Get Me, Better, Think About You (Izzy Stradlin ile), Patience (Izzy Stradlin ile ), Nightrain (Izzy Stradlin ile)

Encores: Madagascar, Robin Gitar Solo, Paradise City (Izzy Stradlin ile)

Bir daha canlı dinlemek fırsatı olmaz herhalde. '93 konseri aklımdaydı; bu konser de aklımdan çıkmayacak (biralara rağmen :)). Bir keyifli yorum da ntvmsnbc.com dan.
Devamını okumak için...

14 Temmuz 2006

Konser

Can'ın hastalığı yüzünden Burcu'nun içine sinmedi can'ı bırakıp konsere gitmek. Konser günü öğlen doktor kontrolünden sonra karar verdiğimiz için beraber gidebileceğim kişi olarak Ali'yi buldum. Gerçi sınavı vardı ama sanırım pek şikayetçi olmadı.
Kuruçeşme arenaya motorlarla da ulaşılabiliyormuş. Üsküdar'dan motora binmek üzere yola çıktık. Üsküdar meydanını neredeyse tamamen kapatmışlar. İşi düşen arabayla gitmesin derim ben. Tam motora binerken Pelin Batu'yu gördük. "Kopmuş kız." ali'nin deyimiyle. İlginç kıyafet ve makyaj. Motora bindik ve çoğunluka 30 yaş üstü, hafif göbekli, saçları hafif dökülmüş amcalarla beraber kuruçeşmeye gittik. Bu arada benim de bu amcalardan biri olduğumu söylememe gerek yok herhalde. (vay be, neydik biz eskiden?) Motorda bira servisi başlamıştı.
Kuruçeşme Arena'yı beğendim. Bi tarafta deniz bi tarafta yeşil ve üzerinde bina olmayan tepe, arada da konser alanı. Denize yakın tarafta yerlere minderler atmışlar. Bira içip bişiiler yiyebilmek için ahşap masalar ve yüksek dayanma ve üzerine içki koyma yerleri yapmışlar. Tuvaletler portatif. Bizim bira aldığımız yerdeki sifon çok yavaştı. Bira alırken ihtiyarladık.
Ön grup olarak bir alman grup çıktı. Beraber gittiğimiz 5 alman arkadaş grubu tanımadılar. Biz bir yandan deniz kenarında yaz akşam üstüsünün keyfini biralarla çıkardık bir yandan da arka planda öngrubu dinledik. Motorda olduğu gibi emekli rocker'lar etrafı doldurmuştu. "Nasıl olsa bu adamlar bizi bekletir" diye düşünerek yerimize geç geçtik. Ayaktaki konser alanını iki bölüme ayırmışlar. 1.bölüm etrafında çite benzer bir ayırma yapmışlar köşelerindeki geçişlerden bileklikler kontrol edilerek girdik. Tam sahnenin ortasında ve 1.bölümün sonlarındaydık. Arkada olduğumuzdan herhalde kimseye dokunmadan konser dinleyebildik. Yaş ortalaması nedeniyle de herkes sakin sakin dinledi. Bir tek bizim grubumuz biraz etrafı rahatsız etti herhalde. Biranın etkisi olabilir çünkü altıncıdan sonra saymayı bıraktım.
Konserden sonra tekrar gayet rahat(lamış) bir şekilde vapurla üsküdar, oradan bostancı, orada yarım kokoreç çeyrek midye, yapıldı. Eve ulaşıldı. 3 saat uykuyla işe gitmek üzere yeni güne başlandı. (Hafta içi bööle şeyler yapmayalı uzun zaman olmuş; ayılmak zaman aldı.)
GnR ile ilgili yorumlar bir sonraki yazıda.

Devamını okumak için...

13 Temmuz 2006

Babam ve oğlum

Arşivden bir yazı..

Can Dündar "Kırmızı bisiklet" kitabında oğlu ile ilgili yazıları toplamıştı. Burada "babamın oğlu iken oğlumun babası oldum" diyordu. Babamın oğlu ve oğlumun babası olarak hayatta acaba kaç tane babalar günü kutlayabilirim? Umarım fazla olur.

İnsan kesinlikle kendi çocuğu olduktan sonra anne babasının değerini daha iyi anlıyor. Can'ım doğmadan önce bana da defalarca söylenmiş bu söz hiç bir şey ifade etmiyordu. Ama can'ımı ilk kez kucağıma aldıktan sonra hayatımdaki tüm değer yargıları yer değiştirdi. Anne babaların çocuklarına neden öyle baktıklarını anlıyor insan.

Bir diğer tespit de çocukların doğduktan sonra hergün anne babalarından uzaklaşmaları ve kendi başlarının çaresine bakabildikçe bağımlılıklarının azalmaları. Bunu da başka zaman yazarım.

Devamını okumak için...

12 Temmuz 2006

Guns n' Roses

Sanırım 1993 yılıydı. Aynı yaz hem Metallica hem de Guns n Roses Türkiye'ye gelmişlerdi. Her iki konserede gitme şansım oldu. İnönüdeki konserleri hala gayet net hatırlıyorum.

Guns n Roses'in "Use your Illusion" albümleri benim ingilizce hazırlık yıllarıma rastlıyor. Tüm şarkıların sözlerini ezberlemiştim. Hatta bazı kalıpları ödevlerde sınavlarda falan da kullanmıştım. Üzerimde emeği çoktur. :)

Bu akşam Kuruçesme Arena'da Guns n Roses'i tekrar izleyebileceğim. Gerçi eski gruptan sadece Axl Rose kalmış ama o da yeter. Bazı şarkılarda Izzy Stradlin de onlara eşlik ediyormuş. Yeni çıkaracakları albüm öncesi tekrar kendilerini hatırlatıyorlar. 2006 yılı konserlerinin listesine buradan ulaşabilirsiniz. Ayrıca grupla ilgili güncel bilgiler buradaki fan sitesinde mevcut ve sık sık güncelleniyor.

Bakalım aradan geçen yıllar Guns n Roses'dan neler götürmüş? Konser izlenimlerimi yarın ayılabilirsem yazmaya çalışırım.

Son olarak bundan önceki son üç konserlerinde çaldıkları parçalar (setlist) aşağıda. sanırım İstanbul'da da fazla bir değişiklik olmaz;

finlandiya setlisti :
1. welcome to the jungle
2. it's so easy
3. mr brownstone
4. live and let die
5. better
6. knockin' on heaven's door
7. robin solo [finlandia]
8. sweet child o' mine
9. jamming + dizzy piano solo
10. the blues
11. you could be mine
12. bumblefoot solo + don't cry
13. chinese democracy
14. november rain
15. band introductions + fortus solo
16. robin + richard - beautiful duet
17. out ta get me
18. my michelle [w/sebastian bach]
19. think about you [w/izzy]
20. patience [w/izzy]
21. nightrain [w/izzy]

encores
22. madagascar
23. i.r.s.
24. paradise city + robin intro [w/ izzy]

26.06.2006 isveç konseri setlist'i
welcome to the jungle
it's so easy
mr brownstone
jam
live and let die
(axl thanks stand-in drummer)
better
robin solo
sweet child o' mine
knocking on heavens door
band introduction jam
dizzy solo - s.o.s
the blues
jam
you could be mine
richard solo
beautiful
out ta get me
jam
november rain
jam
bumble solo
my michelle (bach yok )
madagascar
nightrain
encore 1:
chinese democracy
i.r.s
encore 2:
patience
jam with the crowd
robin solo
paradise city.

02.07.2006 hollanda konseri setlisti ;
welcome to the jungle
it's so easy
mr.brownstone
live and let die
better
robin guitar solo
sweet child o' mine
knockin on heavens door
dizzy piano solo
the blues
you could be mine
richard & robin solo (beautiful)
out ta get me
jam
november rain
bumblefoot solo (don't cry)
my michelle (w.izzy)
patience (w.izzy)
think about you (w.izzy)
nightrain (w.izzy)
robin 2nd solo
paradise city (w.izzy)
Devamını okumak için...

11 Temmuz 2006

Haftasonu

Alttaki post'ta yazdığım gibi geçen haftasonu benim doğum günümdü. Kolay değil, kabul etmesem de kadayıflığa bir adım daha yaklaştım. Merhaba orta yaşlar.

Cuma günü iş çıkışında spor yapayım dedim. Burcu da oraya gelecekti. Sonra dışarda bişiiler yaparız diye düşündük. Sonra herzamanki gibi yolda bin tane program değişti. En sonunda Burcu'nun hastanedeki arkadaşını ziyaret etmesi, benim (aslında bizim; can da benimle beraberdi) spordan sonra onlara katılmam konusunda anlaştık. Hastane çıkışında onları evlerine bıraktık. (Tekrar geçmiş olsun bu arada) Eve döndük. Ben tam uykuya dalmıştım ki, can'ın inanilmaz gürültülü nefes alışıyla uyanan burcu bana seslendi. Ben can'ın nefes borusuna bişii kaçtı zannettim. Nefes almakta zorlanıyor ve acaip sesler çıkarıyordu. Telaşla (giyinme ve ulaşım dahil) yaklaşık iki dakika içinde daha önce arkadaşlarımızı ziyaret ettiğimiz hastanede idik. Bööle rahat anlatıyorum ama herhalde burcu'nun ve benim ömrümden biraz azalmıştır.

Acildeki doktor ilk görüşte "krup" dedi ve inanılmaz sakin davrandılar. Adrenalinle beraber oksijen verdiler ve kortizon iğnesi yaptılar. Etkisini hemen gösterdi ve can normal nefes alıp vermeye başladı. Can'ı iğne konusunda ikna ettik ama ısrarla bacağından değil de kolundan yapılmasını istedi. Sakinleşip herşey yoluna girdiğinde eve dönük. Saat neredeyse 03 .00 olmuştu. O kadar adrenalini alan can sabah 07.00 da kalkmış. Ben uyandığımda koltuk minderlerini yere indirmiş. Onların üzerinden atlıyor ve etrafta durmadan koşturuyordu.

Standart haftasonu kurutemizlemelerini verdikten sonra parkta çok güzel bir kahvaltı ettik. Eve dönüp üstümüzü değiştirdik ve at binmek üzere yola çıktık. (Ben hep ata binmek derdim. Yanlışmış.) Polonezköy'ün ilersinde Cumhuriyet köyü geçince küçük bi binicilik tesisi var. Orada Cengiz hocadan ders alıyoruz. Albay emeklisi bir binici. İlginç insan. onunla ilgili detaylı yazmayı planlıyorum. Bizim binicilik ööle profesyonel falan değil. Eğlencesine ayda bir falan gidiyoruz. Zaten daha üç sefer gittik. Keyifli bişii ama. Bakalım maddi durumlar düzelirse (ve Burcu da izin verirse) pantolon ve çizme alınabilir.

Akşam doğumgünü yemeği için önce Palma D'oro yu düşündük. Ama benim canım can'ı kimseye bırakmak istemedi. Sonra beraberce caddedeki Kırıntı'ya gittik. Yaklaşık iki aydır yaptığım diyete doğumgünü vesilesi ile ara verip NewYork Steak ısmarladım. Yemeğin yarısında iken can'ın içtiği ikinci şurup midesini ve bizi masadan kaldırdı. Yemeğe devam edemeden kalktık ve eve gittik. Doğumgünü.
Pazar günü bütüngün evdeydik. Salonda koltuklarda uyukladık. Can'la beraber kartondan gemi maketi yaptık. Akşamüstüne doğru Zoti ve Shemsa geldiler. Can'ın isteği üzerine makete shemsa devam etti. Ben de Zoti ile uzun zamandır boşladığımız asli görevimize dönüp PlayStation oynadık. İtalya - Fransa. İtalya orada da galip gelmişti. Hatta bi maç penaltıya kalmıştı. Ama normal süre 2-2 idi. Aaaa bak şimdi yazarken hatırlıyorum. :) Sonra pizza yedik. Pizza olayını abartmışız. Bi pizzanın yarısı kaldı. Dün akşam spordan sonra soğuk soğuk yedim iki dilimini.
Pazar akşamı zoti ile shemsa gittikten sonra evde mayışa devam ettik. Can eğlensin diye "evde te başına"yı 15. kez seyretmeye koyulduk. Sonra Ali telefon edince final maçının saat 10.00 da değil de saat 09.00 da başladığını öğrendim. İlk yarısını kaçırmış şekilde maçın geri kalanını izledim. kanal1'e dayanamadığım için diğer kanallardan yorumları seyredip yattım.
Yani budur haftasonu olayımız. Yine haftasonu olsun yine yazıcam. Görüşürüz.

Devamını okumak için...

10 Temmuz 2006

Teamgeist ve Azzurri

Nihayet dünya kupası dün akşam sona erdi. Sanırım duruma en çok sevinen televizyon kumandalarına tekrar kavuşan bayanlar oldu.

Dünya kupaları 1970 yılından beri hep özel toplarla oynanıyor. Ne yazıkki 1930 yılında yapılan dünya kupasında böyle özel toplar yoktu. Arjantin ve Uruguay oynanacak top konusunda anlaşamayınca ilk yarı Arjantin takımının topuyla, ikinci yarı ise Uruguay takımının topu ile oynanmış. İlk yarı 2-1 Arjantin öndeyken ikinci yarı Uruguay durumu 2-4 yaparak kupayı kazanmış. Bu mantıkla Almanya'da yapılan turnuvada kullanılan Adidas marka Teamgeist topunun Almanya'yı şampiyon yapması gerekirdi :) Aslında benim tahminimden daha üst turlara çıktılar.

Teamgeist almanca "takım ruhu" demek. Kupa topunun bu isimde olması ve turnuva boyunca yıldız futbolcuların öne çıkmaması ve takım oynunu oynayan ekiplerin başarılı olması çok güzel bir tesadüf.

İtalyan milli takımları turnuvalarda gökmavisi formalar giyiyorlar. Gök mavisi italyancada "azzurro". Bu nedenle milli takımlarına "azzurri" diyorlar. Gökmavisi azzurri'ler finalde herzamanki gibi takım halinde iyi savuma yaptılar ve Fransa'ya firsat vermeden maçı penaltılara taşıdılar ve dünya şampiyonu oldular.

Maç sonu kutlamalar sırasında azzurri'ler saha içinde birbirlerine sarılıp oradan oraya koşarken futbolculardan biri elinde portatif bir sandalye ve makasla göründü. Diğerleri hemen etrafında hakla oldular. Sanırım uzun saçları olan ve turnuva boyunca ilginç bir şekilde saçlarını toplayan Mauro Camoranesi 'yi sandalyeye oturttular. Törenle halinden çok memnun olan Camoranesi'nin saçlarını kestiler. Bu sırada diğer azzurri'ler etraflarında hala dans ediyorlardı. İçlerinde ne bir yönetici ne de futbolcular dışında biri vardı. Resmini bulabilirsem buraya eklemek isterim.

"Evet" dedim kendi kendime "teamgeist" kazandı.
Devamını okumak için...

8 Temmuz 2006

İyi ki doğdum

İyki dooodum bee eeen. İyki dooodum bee eeen. İyki dooodum. İyki dooodum. İyki dooodum bee eeen.
Devamını okumak için...

6 Temmuz 2006

oğlum uyanmış

... salonda bilgisayar kucağımda başka bloglarda neler var diye dolaşıyordum. can'ımın odasından önce mırıldanmalar geldi. Kalkıp yanına gitmeye hazırlanırken pıt pıt pıt yürüyerek odasından çıkıp salona doğru geldi. Gözlerini kocaman açmaya çalışıyordu ama aslında hala uyuyordu. Açık gözlerle uyuma konusunda burcum'a çekmiş herhalde. :) sonra aynı şekilde, sessizce, ağlamadan, şikayet etmeden, bişii söylemeden kucağıma çıktı. Yattım. Göğsüme yattı. Kafasını birkaç kez çevirip omuzlarımdan omuz beğendi. Öksürdü bikaç kez. Bu sıcakta gene üşüttük galiba. Göz kapakları düştü. Nefesi tekrar derinleşti. Uyurken terlemiş. Mis kokulu....
Devamını okumak için...

5 Temmuz 2006

Tüketelim

Herşeyi hızlı ve çabuk tükettiğimizi düşünüyorduk. Herşey geçici idi. Bir süreliğine modaya uygun davran, dinle, giyin, git, yeterli idi. Mekanlar bile sadece sezonluk. Daha gitmeye fırsat bulamadan ya ismi değişmiş yada kapatmış oluyorlardı. Hiçbir şey kalıcı olamıyor ve yerleşik ve geleneksel hale gelemiyordu. Daha kötüsü ne olabilirdi?

Daha kötüsü; artık herşey tek kullanımlık. Bi sefer kullan at. Çoğu hizmette müşteri bir kere gelsin yeter anlayışı var. Kıyafetler tek seferlik. Belki tek kullanışlı uygulama çocuk bezi. :) Çocuk oyuncaklarında da durum kötü. Nasıl malettiklerini anlamadığım 1 ytl'ye çin kaynaklı oyuncaklar mevcut. Ya hiç çalışmıyorlar ya da bir sefer oynadıktan sonra bozuluyor. Tüm sesli-ışıklı oyuncaklarda aynı kişiliksiz melodi. Bi kere oyna at. Nasılsa bir diğeri hemen alınabilir. (Dikkat bozulanın aynısı değil.) Ne kadar çok çeşit o kadar iyi. Çocuklar daha ilk yaşlardan tüketmeye formatlanıyorlar. Biz, yani seksen öncesi çocukluğumuzu yaşamış olanlar, herhalde bu değişime en fazla şahit olanlarız. Bu nedenle seksenler'de olduğu gibi hatırlatmaları çok seviyoruz.

Bu konu nereden mi aklıma geldi? Birincisi derinsular'ın yazısında yorumladığı ve bilgi verdiği "The Million Dolar Homepage" oldu. "...., herhangi bir internet gezginiyle açtığınız bir internet sayfasında aşağı yukarı 1 milyon piksel olduğundan hareketle, bu pixellerin her birine bir dolarlık reklam almayı başarması durumunda 1.000.000 Amerikan doları kazanacağını düşünmüş ve böyle bir sayfa hazırlamış. 100 dolarlık bir değere karşılık gelen 10x10 piksel ebadındaki kareler bazında da sayfasına reklam almaya başlamış." Böyle bir siteye en fazla meraktan bir kez girilir, incelenir, (bekli blog'da konu edilir:)) ve sonra unutulur. Siz tekrar tekrar görmek ister misiniz? Yada dolmakalem'de yer aldığı gibi aynı mantıkla hazırlanmış 500words.com. Pixel'in yerini kelimeler almış. Büyük ihtimalle yakın zaman da benzeri onlarca site olacak. Bir kereden fazla görmek ister misiniz?

Tek seferlik kullanımları nasıl abartabiliriz? Kullan at araba? ev? iş? çocuk?

Peki sıra bize geldiğinde? Kim bizi bir seferlik kullanıp atacak?
Devamını okumak için...

Brezilya'dan sonra Almanya

Ortalıkta bu kadar çok dünya kupası geyiği varken bizim de katılmamamız olmazdı. Neredeyse her Türk vatandaşı gibi benim de kupa öncesi favorim Brezilya idi. Sonra maçlar gösterdi ki Brezilya oynadığı veya oynamadığı futbolla sadece büyük bir hayal kırıklığı yarattı. İkinci favorim gruplardan çıkacaklarına şans tanımasam da Almanya'ydı. (Maaşımızı bir alman şirketinden alıyor olmamızın ve yöneticimizin alman olmasının konuyla yakından uzaktan alakası yoktur.) Ev sahibi çok istekli ve hırslı oyunla (bu isteğe hakemlerinki de dahil) yarı finale kadar geldi. Beklentim Brezilya-Almanya finali idi. Konuya bir de sponsorların gözüyle bakalım.

Elemeler bu şekilde oldu.


Bir de bu tabloyu sponsorlar açısından değerledirirsek;

Takımların yerleşimlerinin kura ile belirlenmiş olmasına inanmak zor değil mi? Bence planlanan Adidas - Nike finali idi. Onlarca milyon dolarların konuşulduğu sponsorluk dünyasında böyle bir finali ayarlamak zor olmasa gerek. Genelde Afrika takımlarını destekleyen Puma İtalya ile sürpriz yaptı. Puma şampiyonada 12 takımla en fazla sponsorluk yapan marka idi. İçlerinden sadece biri, İtalya, üst turlara çıkabildi. Sponsoruk bedelleri bilinmese bile toplamda sadece 6 takımı destekleyen Adidas'tan daha az para harcamış oldukları kesin. Hangi markaların hangi takımlar ile çalıştığını buradan öğrenebilirsiniz.

Sponsorluk ve reklam ilişkisinin ulaştığı bir uç nokta da bisiklet. Bisikletçiler mayolarındaki reklamların televizyon yayınlarında kaç saniye (yada salise) göründüğüne göre para alıyorlarmış ( Rivayet). Ben de hep yarışı kazandıkları için sevinçlerinden ellerini kaldırıyorlar diye düşünüyorum.

Son olarak; Tiger Woods Nike sponsorluğunda golf oynuyor. Sponsorların önemini o da kavramış.


Devamını okumak için...

4 Temmuz 2006

Kayısı


"...Aspozan bağlarında kırmızı, sarı, müşmüş, beyaz, bey, sulu ve etli adları ile yedi çeşit sulu kayısı olur ki, bağdan şehre seleler ile güçlükle getirilir. Biraz incinse suyu kalmaz. Her bir kayısı kırk-elli dirhem gelir. Zerdalisinin hesabını Allah bilir. Çokluğundan pestil yapılıp diyar diyar yüklerle taşınır...." Evliya Çelebi, Seyahatname

Hafta sonu bahçedeki ağaçtan kayısı topladık. Toplarken, yani kayısıları dallarından koparırken farkettim ki olmuş ve tamamen sararmış-kızarmış kayısılar daha elime alıralmaz neredeyse kendilerini daldan aşağı bırakıyorlardı. Benim sadece tutmam yeterli oluyordu. Dalından koparmaya uğraştığım, henüz tam olmamışlar ve hala biraz yeşil olanlar ise ısrarla dallara tutunuyorlardı. Ne var bunda diyebilirsiniz. Ben kendimce herhangi birşeye hazır olmakla ilgili ders çıkardım.
Telaşlı ve sürekli birşeyler yapmaya çalışan bir insan olarak bilinçli bir şekilde tempomu düşürmeye çalışıyorum. Belki de yaşın etkisi. Kendime ve etrafıma daha fazla dikkat etmeye çalışıyorum. Kayısı toplarken çıkarttığım ders ise "hazır olana kadar bekle!" oldu.
Topladığımız yaklaşık 5 kg kayısıya ne mi oldu? Yine kendimi tutamadım ve herhade iki kilosunu yedim. :)
Bu arada ilgilenen olursa kayısı ile ilgili bilgiler buradan ve buradan edinilebilir.
Devamını okumak için...

3 Temmuz 2006

KremALİ Nazik

"çatlak patlak, yusyuvarlak, kremALİ börek, sütlü çörek, çek dostum çek, arabanı burdan çek!"

Son kısmını ben farklı hatırlıyordum ama bu son halini can'ım çocukevinden (kendi deyimi) öğrenmiş. Hafta sonu anaane, dede, dayı, anne, baba, can hepberaber mangal sofrasında "çatlak patlak" oynadık. Sofrada herkes ellerini birbirinin üzerine koymuş can'ın komutlarını bekliyordu. "kremalı" kelimesi can'a zor gelmiş olacak ki yada sadece bilmediğinden tüm oyunu "kremali" şeklinde oynadık. Bu arada Ali dayımız olur. Kendisini hafta sonu doğum günü vardı. Hepberaber kutlayalım diye yazlığa gittik ama kutlama tüm Marmara ve Ege bölgesini saran karanlığa kurban gitti. Ayda yılda can'ı bırakıp bi akşam dışarı çıkacaktık; kader tüm çevrenin elektriğini keserek güzel yüzünü bize gösterdi.

"Ali" temalı hafta sonumuza bir tat olarak deniz otobüsünde (hızlı feribot da olabilir. Ama arabalar açıkta duruyor) dergide tarifini okuduğum "Ali Nazik"i de katalım dedik. Cumartesi akşamı karanlığa gömülenler arasında patlıcanlar da vardı. Haliyle bizim közleme işi pazara kaldı. İstediğim her tuhaf şeyde sonuna kadar destek veren ve eşime kulis yapan kayınvalidem sayesinde patlıcanlar közlendi; üstlerine çizik atıldı ve içleri kaşık ile alınarak limonlu suya kondu (Kararmasın diye). Sarımsaklar ayıklandı ve yoğurtla karıştırıldı. İsot ve biraz domatesle kıymalar kavruldu. Arada ufak bi trafik kazasına müdahale edildi. Tampon incelendi. Rapor tutturuldu. Bu sefer Ali'nin gerçekten hiç suçu yoktu. Konunun yemek tarifiyle alakası da yoktu. Eve dönüldü ve kıyma kavrulmaya devam edildi. Yoğurt ve patlıcanlar iyice ezildi ve karıştırıldı. Üzerine kavrulmuş kıyma ile servis yapıldı. Aceleyle yenildi. Biraz tuzsuz olmuştu. Ali, Tolga ve benim dışımda kimse yemedi. Şimdi yazarken farkına varıyorum. Benim ahçılığıma güven sonsuz.

Bir de ağaçtan kayısı toplayıp yedik. Onu da bir sonraki yazıda anlatacağım.
Devamını okumak için...